1980’lerin başında Amerika Birleşik Devletleri’nde homoseksüel erkeklerde Kaposi sarkomu olarak adlandırılan ve daha çok yaşlılarda görülmesi beklenen bir tümörün ve Pneumocystis carinii adlı etkene bağlı akciğer iltihabının sıklığında artış görüldüğü dikkati çekmiştir. Daha sonra kan ve kan ürünü verilenler, damar içi uyuşturucu bağımlıları ve bunların cinsel eşlerinde de benzer tabloların görülebildiği dikkati çekmiştir. 1983 yılında etken olan HIV (insan immün yetmezlik virusu) tanımlanmıştır. 1985 yılında tanı testleri kullanıma girmiştir. HIV kan ve cinsel temas yolu ile bulaşır. En sık bulaşma yolu cinsel temastır. Hastalığı taşıyan anneden bebeğe, doğum öncesinde, doğum sırasında veya doğum sonrasında bulaşması mümkündür. Anne sütü virusun bulaşmasına neden olabilir. Eğer HIV taşıyan bir kişi ile bulaşmaya neden olabilecek bir temas gerçekleşmişse (cinsel temas veya kan bulaşması olan bir yaralanma gibi) koruyucu önlem alınması ve izlem için, hemen bir infeksiyon hastalıkları uzmanına başvurulmalıdır. Doğurganlık çağındaki tüm kadınların AIDS konusunda bilgilendirilmesi ve gerekiyorsa test uygulanması önerilmektedir. Hamile anneye ve doğum sonrasında bebeğe koruyucu ilaç tedavisi verilerek bulaşma önemli oranda önlenebilir. Cinsel temas sırasında prezervatif kullanmak bulaşma riskini azaltır, fakat tamamen ortadan kaldırmaz. Kan ve kan ürünleri HIV, hepatit B, hepatit C ve frengi için test edilmektedir. Damar içi uyuşturucu kullanımının azaltılması ve bu kişilerde ortak iğne kullanımının önlenmesi bulaşmayı azaltacaktır. Sağlık personelinin tüm vücut sıvılarını infekte kabul edip gerekli koruyucu malzemeyi (eldiven vb) kullanması gereklidir. Yanak yanağa öpüşmek, tokalaşmak, iş yerinde aynı ortamda çalışmak, aynı telefonu kullanmak, aynı bardağı kullanmak, sivrisinek ve tahtakurusu gibi böcekler bulaşmaya neden olmaz. HIV virusu hava yolu ile bulaşmaz. HIV infeksiyonu bulaşma sonrasında gribal bir infeksiyon gibi başlayıp, daha sonra yıllar süren bir sessiz döneme girer. Bu uzun dönemde virus vücutta varlığını sürdürür. Bağışıklık sistemi ile virus arasında mücadele sürer. 10 yılı aşabilen bir süre sonunda bağışıklık sisteminde yetersizlik ortaya çıkmaya başlar. Kandaki virus miktarı artar, bağışıklık sisteminin bazı özel hücrelerinin miktarında azalma ve bağışıklık sistemi işlevlerinde bozulma yaşanır. Bunun sonucunda, ağızda yaygın, tekrarlayan pamukçuk, uzun süreli ishaller gibi infeksiyonlarda artış görülür. Normalde seyrek görülen bazı infeksiyon hastalıkları ve ilerleyen dönemde bazı kanser türleri bu hastalarda daha sık görülür. Tanıda vücutta HIV virüsüne karşı oluşan, anti-HIV antikor olarak adlandırılan madde aranır. Bu amaçla genellikle ELISA testi kullanılır. ELISA pek çok hastalığın tanısında kullanılan bir testin adıdır, yalnızca AIDS’e özel bir test değildir. Bu testin pozitif bulunması durumunda anti-HIV antikoru daha detaylı olarak gösteren doğrulama testleri (Western Blot) uygulanır. Virusun genetik maddesinin varlığını ve miktarını saptayan testler hem özel durumlarda tanıda yardımcı olarak, hem de tedavinin takibinde ve ilaçların etkinliğinin izlenmesinde kullanılır. Virüsün bazı yapısal proteinlerini araştıran testlere de gereğinde başvurulur. HIV infeksiyonunun tedavisinde kullanılan çeşitli ilaçlar mevcuttur. Günümüzde kullanılan üçlü ilaç tedavileri kandaki virus miktarını çok azaltmakta ve bağışıklık sisteminin uzun süre korunmasını sağlayabilmektedir. Fakat, ilaç tedavisi ile HIV infeksiyonunun tamamen ortadan kaldırılması mümkün değildir. Bu ilaçların ömür boyu kullanılması gereklidir. HIV aşısı için araştırmalar sürmektedir. Şu anda kullanımda olan veya önümüzdeki birkaç yıl içinde kullanıma girmesi beklenen bir aşı yoktur.
Memorial Tıbbi Yayın Kurulu tarafından hazırlanmıştır.
Güncelleme Tarihi : 9 Aralık 2024
Yayınlanma Tarihi: 30 Nisan 2009