Bağışıklık sisteminin görevi yabancı organizmaların vücuda girmesini engellemek, eğer mikroplar vücuda girmişse bunları yok etmek, yayılmalarını engellemek ya da geciktirmektir. İmmün sisteminin en önemli özelliklerinden biri de kendisine yabancı milyonlarca değişik mikrobu tanıma ve ayırt edebilme yeteneğine sahip olmasıdır. Dünyayı etkisi altına alan Covid-19’a karşı da ilk savunma hattı, vücudun tanımadığı herhangi bir virüse veya saldıran organizmaya genel tepkisi olan 'doğuştan gelen bağışıklık sistemidir'.
Doğuştan gelen bağışıklık sistemi enfeksiyonları önleyebilir ya da hastalıkların şiddetini azaltabilir. Yani sağlıklı bir vücut; karşılaştığı kötü bakterilerle bağışıklık sistemi sayesinde savaşmaktadır. Bu savaşın kaybedildiği durumlarda da hastalık durumu ortaya çıkmaktadır. Bağışıklık sistemi hastalığın gücü şiddeti, genel sağlık durumu ve yaş gibi birçok faktörden etkilenir. Sağlıklı yaşam alışkanlıklarını sahip olmak, yaşam boyunca bağışıklık sisteminin gelişmesi için elzemdir.
Vücudumuzun hastalıklarla mücadele ederek sağlıklı kalmasını sağlayan bağışıklık sistemi doğal bağışık sistemi ve kazanılmış bağışıklık sistemi olarak iki yolla çalışmaktadır. Hafızası olan, kendinden olanı tanıma özelliği taşıyan kazanılmış bağışıklık sistemi lenfositler aracılığıyla çalışır. Doğal bağışıklık sistemi ise çeşitli patojen molekülleri tanıyan ve bunlara göre aktivite olan yapıdır.
Vücudumuzun hastalıklarla mücadele ederek sağlıklı kalmasını sağlayan bağışıklık sisteminin güçlendirilmesi ile ilgili her gün yeni bir öneri duyuyoruz. Peki bu tavsiyelerin bilimsel bir gerçekliği var mı? Bağışıklık sistemini güçlendirmenin yolu nelerden geçiyor? Mucize şeklinde sunulan ürünler ve gıdalar gerçekten bizi iyileştiriyor mu?
Bağışıklık sistemin sağlıklı çalışması için verilen beslenme önerileri, gıda takviyeleri ve çeşitli ürünler sık sık karşımıza çıkmaktadır. Kanserden, organ nakline, alerjiden, romatizmal hastalıklar olarak bilinen otoimmün rahatsızlıklara kadar geniş bir çalışma alanı olan, sağlıklı bir yaşamın şifresini barındıran bu mekanizmanın doğru çalışması için bazı önemli noktalara dikkat edilmesi gerekmektedir.
Bağışıklık sisteminin önemi nedir?
Vücudumuzda, öğrenebilme, düşünebilme ve hafızada saklama kapasitesinde iki sistem bulunmaktadır. Bunlardan biri beyin, diğeri de bağışıklık sistemidir. Bağışıklık sistemi, genetik olarak var olan, atalarımızdan aktarılan bilgilerimizi kullanıp, bir mikroba karşı bu bilgiyi işleyip, daha sonra sadece mikrobun olduğu bölgeye odaklanarak savaşan, yok edinceye kadar yılmadan uğraşan ve bu deneyimini unutmayıp saklayan, her yeni durum için bu tecrübeyi de kullanarak yeni bir yanıt üretebilen bir sistemdir. Geçmişten gelen bilginin saklanmış hali olarak, bir takım refleks yanıtlarımız vardır. Bağışıklık sistemi de beyin gibi bu bilgiyi var olan durum karşısında değerlendirip, sentezleyip, mikroba özel ya da kansere, hastalığa, organ nakline özel yanıtlar üretir. Bu, beyin ve bağışıklık sistemi dışında hiçbir sistemde, hiçbir organda olmayan bir özelliktir.
Bağışıklık sisteminin görevi, bireyin özünü korumaktır. Bu nedenle öncelikle kendini bilmekte ve öze zarar vermemektedir. Bu bağlamda, bağışıklık sisteminin, en az düşmanla savaşmak için gereken emek kadar kendini bilmek için de emek harcadığı söylenebilir. Bu arada her mikrobu da önemsememektedir. Örneğin, vücudumuzun içinde bağışıklık sistemi hücrelerimizin toplam sayısının en az 30, kimi çalışmalara göre hatta 100 katı mikrop yaşamaktadır. Ama onlara cevap verilmemekte hatta onlar ile karşılıklı kazançlı olarak denge içinde birlikte yaşanmaktadır. Tıpkı beyin gibi bağışıklık sistemimiz de öğrenme yetisine sahiptir. Bu öğrendiklerinin bir kısmını bir deneyim olarak hafızasında saklar ve gerektiği zaman hatırlayarak kullanır. Yani sosyal bir varlık olan insanın kişisel deneyimlerini saklaması gibi, bağışıklık sistemi de kendi geçirdiği deneyimlerin bilgilerini saklar. Örneğin bağışıklık sisteminin hafıza özelliği aşılarda kullanılmaktadır. Ama sadece aşılarla da değil; bağışıklık sisteminin daha hücresel, daha moleküler hafıza mekanizmaları da bulunmaktadır. Yani çok boyutlu düşünme ve saklama kapasitesine sahip olduğu söylenebilmektedir. Bu da beyinle benzer olan bir diğer özelliğidir.
Tolerans ise hem kendine hem de bazı yabancılara hoşgörü anlamına gelmektedir. Örnek olarak kendi ailesindeki bireyler ne yaparlarsa yapsınlar kişinin bir parçanızdırlar ve onların birçok özelliği, davranışı makul sınırlara kadar hoş görülür. Bağışıklık sistemi de benzer şekilde kendisine ait olana yani öze karşı hoşgörülüdür. Bunun şöyle bir faydası vardır: Öze karşı hoşgörülü olması, sistemin kendi varlığını sürdürmesi anlamına gelmektedir. Aslında immünoloji, benlik bilimidir. O ‘ben' bilgisi, kendimize ait hücrelerimize, içimizdeki herhangi bir organa savaşmamızı, kendimize zarar vermememizi sağlamaktadır. Bu sistemin amacı, zararlı yabancıya karşı savaşarak, kendini korumaktır. Bu savaşı verirken de kendine karşı tamamen zararsız veya en az zararla savaşı sonlandırmak üzere programlanmıştır.
Bağışıklık sistemi nasıl çalışır?
Bağışıklık sisteminiz oldukça karmaşıktır ve neredeyse tüm diğer organ sistemlerine entegre edilmiştir. Vücudumuzun içten ve dıştan kaplamaları da dahil olmak üzere karmaşık savunmalarla canlı olan çok sayıda bileşene sahiptir. Aynı zamanda doğuştan gelen bağışıklık sistemi olarak bilinen hızlı tepki ekibine sahiptir. Son olarak, bu savunmalar yeterli olmadığında, uyarlanabilir bağışıklık sistemi olarak bilinen ve tehlike sinyallerini büyük bir hassasiyet ve doğrulukla hedefleyebilen oldukça rafine ve özel bir savunma setine sahiptir.
Bağışıklık sistemi ne zaman oluşur?
Bağışıklık sistemi vücuda tüm organlara yayılmış olan hücrelerden ve ek olarak dalak, karaciğer, timus, lenf bezi gibi organlardan ve kemik iliğinden oluşur. İlk bağışıklık sistemi hücrelerinin aort dediğimiz en büyük atardamarımızın içinde olduğunu gösteren çalışmalar bulunmaktadır. Yani kanın oluşmaya başlaması ile birlikte bağışıklık sistemimiz de oluşmaya başlıyor denilebilir. Daha sonra en erken öncülleri karaciğer içinde gösterilmiştir. Karaciğer öncesini göstermek, yöntemsel olarak çok kolay değildir. Burada en ilginç nokta, özü olan ve olmayanı ayırt etmek temeli üzerine kurulmuş bir sistemde yarı yabancı olan bebeğin, anne rahminde nasıl kalabildiği ve daha önemlisi bağışıklık sistemi tam olan annenin bu yarı yabancıyı nasıl reddetmeden dokuz ay saklayıp büyütebildiğidir. Bağışıklık biliminin en etkileyici, en gizemli ve yanıt bekleyen birçok sorusu olan konusudur. Yeni doğan bebekler bağışıklık açısından gelişmemiş olarak doğarlar. Rahim içi yaşam boyunca anneden koruyucu faktörler bebeğe geçer. Yenidoğanda bağışıklık sistemi ile ilgili hücre ve sıvısal bir takım mekanizmalar çok az bir şekilde var ama yeterli değildir. Bu dönemde anneden gelen bir takım bağışıklık bileşenleri bebeği korur.
İmmünglobulin adı verilen koruyucu antikorların tam olarak yapılabilmesi 3 yaşı bulur. İlginç olarak, 2 yaşa kadar anne sütü ile beslenen çocuklarda, anneden gelen immünglobulinlerin 3 yaşa, yani bebek bunları tam olarak yapabilene kadar bebeği koruduğu bilimsel olarak gösterilmiştir. Bağışıklık sisteminin hücreleri ile birlikte tam olgunlaşması ise 6-7 yaş civarında olur ve ondan sonra da hiç bitmez. Sürekli bilmek ve öğrenmek, yeni deneyimler kazanmak ister. Ama bazen de hatalar yapmaktadırlar.
Bağışıklık sistemimiz hayatta kalmamız için çok önemlidir. Bağışıklık sistemi olmadan vücudumuz bakteri, virüs, parazit ve daha fazlasından saldırıya açık olacaktır.
Bağışıklık sistemi vücuda yayılmıştır ve birçok hücre, organ, protein ve doku türünü içerir. En önemlisi, dokumuzu yabancı dokudan ayırabilir. Ölü ve hatalı hücreler de bağışıklık sistemi tarafından tanınır ve temizlenir. Bağışıklık sistemindeki bazı ana karakterleri tanıtalım
Beyaz kan hücreleri
Beyaz kan hücrelerine lökositler de denir. Vücutta kan damarlarında ve damarlara ve arterlere paralel olan lenfatik damarlarda dolaşır. Beyaz kan hücreleri sürekli devriye gezer ve patojen arar. Bir hedef bulduklarında, çoğalmaya ve aynı şeyi yapmak için diğer hücre türlerine sinyal göndermeye başlar. Beyaz kan hücrelerimiz, vücutta lenfoid organlar olarak adlandırılan farklı yerlerde depolanır. Bunlar aşağıdakileri içerir:
Timus :Akciğerler arasında ve boynun hemen altındaki bir bezdir.
Dalak: Görevi kanı filtreleyerek bağışıklık sistemini desteklemektir.
Kemik iliği: Kemiklerin merkezinde bulunur ve ayrıca kırmızı kan hücreleri üretir.
Lenf düğümleri: Vücudun her yerine yerleştirilmiş, lenfatik damarlarla bağlanmış küçük bezlerdir.
İki ana lökosit türü vardır:
1. Fagositler
Bu hücreler patojenleri çevreler, emer ve onları parçalayarak etkili bir şekilde yer.
Nötrofiller: Nötrofiller en yaygın fagosit türüdür ve bakterilere saldırmaya eğilimlidir.
Monositler: Monositler tüm beyaz kan hücrelerinin en büyüğüdür ve mikroplara karşı ve inflamasyona karşı savunmada önemli birkaç görevi vardır.
Makrofajlar: Bunlar patojenler için devriye gezer ve ayrıca ölü ve ölmekte olan hücreleri temizler.
Mast hücreleri: Yaraları iyileştirmeye ve patojenlere karşı savunmaya yardımcı olmak dahil birçok görevi vardır.
2. Lenfositler
Lenfositler, vücudun önceki işgalcileri hatırlamasına ve tekrar saldırmak için geri gelirlerse onları tanımasına yardımcı olur.
Lenfositler yaşamlarına kemik iliğinde başlar . Bazıları kemik iliğinde kalır ve B lenfositlerine (B hücreleri) dönüşür, diğerleri timusa gider ve T lenfositleri (T hücreleri) olur. Bu iki hücre türünün farklı rolleri vardır:
B lenfositleri: Antikor üretirler ve T lenfositlerini uyarmaya yardımcı olurlar.
T lenfositler: Vücuttaki riskli hücreleri yok ederler ve diğer lökositleri uyarmaya yardımcı olurlar.
Bağışıklık sistemi hata yaparsa sonucunda ne olur?
Örneğin bağışıklık sistemi bazen kendine karşı az hoşgörülü olabilir. Bu kendine katlanamama durumu, kişinin kendi hücrelerine zarar verebilir ve otoimmün hastalıklar ortaya çıkar. Basit anlatımla otoimmün hastalıklar, bağışıklık sisteminin özüne toleransının yıkılması şeklinde oluşur denilebilmektedir. Bazen de hoşgörünün dozunu ayarlayamaz ve fazla hoşgörülü olarak içimizde büyüyen kansere ya da tümöre karşı kendisiymiş gibi davranabilir. Yani bizi korumakla yükümlü bu mekanizma, maalesef bazen kendi zararımıza çalışabilir. Alerjik durumlar ortaya çıkabilir ya da organ naklinde takılan organı kabul etmeyebilir. Bunların hepsi de istenmeyen ve ‘herkes hata yapabilir' denilemeyecek durumlardır.
Bu durumların ortaya çıkmasını tetikleyecek belirli sebepler var mıdır?
Genetik olarak sağlam bir bağışıklık sistemi arada hata yapsa da bunları tekrarlamaz. Ama genetik bir yatkınlık durumu var ise ki bu çok sayıda gen ve bunların karmaşık ilişkilerini içerir, çevresel etkenler hastalığın ortaya çıkmasına neden olabilir. ‘Normal' sayılabilecek hatalara bir örnek vermek gerekir ise; çok gürültülü bir enfeksiyon hastalığının ardından, düşmana çok yönlü saldırıda bulunurken tüm hücrelerini, bileşenlerini aktifler. Öze zarar gelmemesi için, bu aktif saldırgan durumun bir süre sonra sönmesi gerekir. Hızını alamayıp savaşa uzun sure devam ederse otoimmün durumlar oluşabilir. Bağışıklık sistemi hatalarında, hatta her bir hastalık özelinde ayrı ayrı çok sebep vardır. Savunma ve korunma için bu kadar farklı mekanizmaya sahip bir sistem doğal olarak bozulabilecek çok fazla parçaya sahiptir. Bu konu ile ilgili pek çok araştırma yapılmaktadır.
Bağışıklık sisteminin zayıflamasına neden olan etmenler nelerdir?
Bağışıklık sisteminin zayıflamasına neden olan doğuştan gelen kronik hastalıklar ve enfeksiyon gibi değiştirilemeyen etkenlerin yanında yaşam şekli ve beslenme alışkanlıklarında yapılan hatalar da etkili olmaktadır. Bağışıklık sistemi zayıflamasının en yaygın nedeni yetersiz ve dengesiz beslenmedir. Karbonhidrattan zengin beslenme, antikorların yapıtaşı olan proteinden düşük beslenme, aşırı kilo ve aşırı zayıflık bağışıklığı baskılayıcı etmenlerdir. A,B, C, E, D vitaminleri, selenyum, demir, çinko ve karotenler bağışıklık sisteminin karmaşık reaksiyonlarını katalize eder. Bunlardan herhangi birinin eksikliği vücudumuzu dış etmenlere karşı saldırıya açık hale getirmektedir. Alkol kullanımı, sigara kullanımı, radyasyon maruziyeti, probiyotik eksikliği, kalitesiz uyku, iyi dinlememek, stres yükü fazlalığı, sık antibiyotik kullanımı da bağışıklık sistemimizin zayıflamasında rol oynayan başlıca sebepler arasındadır.
Birçok eksiklik ve rahatsızlık bağışıklık sistemine zarar verebilir veya bozabilir. Bazı kullanılan ilaçlar da vücudunuzun enfeksiyonla savaşmasını zorlaştırır. Bazı sağlık koşulları, bağışıklık sisteminizin sağlıklı hücrelere saldırmasına veya bağışıklık sisteminizin sizi zararlı mikroplardan korumasını zorlaştırmasına yol açar.
Alerjiler : Vücut zararsız bir maddeye (gıda veya polen gibi) aşırı tepki verdiğinde, bağışıklık sistemi bir tepki başlatır. Vücudunuz, alerji semptomlarına neden olan histaminleri serbest bırakarak alerji tetikleyicileriyle savaşır. Alerjik reaksiyon hafif (hapşırma veya burun tıkanıklığı) ile şiddetli (solunum problemleri ve ölüm) arasında değişebilir. Antihistamin ilaçlar semptomları yatıştırmaya yardımcı olur.
Otoimmün bozukluklar: Bu bozukluklar, bağışıklık sistemi yanlışlıkla kendi sağlıklı hücrelerine saldırdığında ortaya çıkar. Lupus , diyabet , Hashimoto hastalığı ve romatoid artrit , yaygın otoimmün hastalıkların örnekleridir.
Birincil immün yetmezlik bozuklukları: Bu bozukluklar kalıtsaldır (aile içinde geçer). Bağışıklık sisteminin olması gerektiği gibi çalışmasını engelleyen 100'den fazla birincil immün yetmezlik hastalığı (PIDD) vardır.
Enfeksiyonlar: HIV ve mononükleoz (mono), bağışıklık sistemini zayıflatan iyi bilinen enfeksiyonlardır. Ciddi hastalıklara yol açar.
Kanser: Lösemi , lenfoma ve miyelom gibi belirli kanser türleri , bağışıklık sistemini doğrudan etkiler.
Sepsis: Sepsis , vücudunuzun bağışıklık sisteminin bir enfeksiyona karşı ezici bir tepkisidir. Vücudunuzun enfeksiyona tepkisi, yaygın iltihaplanmayı tetikler ve organ hasarı, organ yetmezliği ve ölümle sonuçlanabilecek olayların aşağı doğru inmesine neden olur.
İlaçlar: Kortikosteroidler gibi bazı ilaçlar bağışıklık sistemini zayıflatabilir. Organ naklinden sonra kişiler bağışıklık sistemini baskılayan ilaçlar kullanır zira bu tür ilaçlar başarısız bir transplantasyonu (red) önlemeye yardımcı olur. Ancak söz konusu ilaçlar enfeksiyon ve hastalık riskini de artırır.
Çocuklarda bağışıklık sistemi nelerden etkileniyor?
Çocuklarda bağışıklık sistemi konusunda bir beslenme ya da davranış önerisinin doğrudan olumlu ya da olumsuz etki edeceğini söylemek uygun değildir. Çocuklarda dikkat edilmesi gereken en önemli şey uyku süresi ve kalitesidir. Çünkü uykuda büyüme hormonu salgılanır. O büyüme hormonu gibi bir takım sıvısal vücut bileşenleri bağışıklık sisteminin iyi yanıt vermesini sağlar. Stres, (bu arada stresi sadece psikolojik stres olarak almamak gerekir. Bir enfeksiyon hastalığı, bağışıklık sisteminin stresidir) küçük yaşlarda sıkça geçirilmiş enfeksiyonlar, beslenme bozuklukları gibi etkenler bağışıklık sisteminin doğru çalışmasını etkiler ancak genetik kodda hiçbir hata yok ise o durum telafi edilebilir. Ama bir bozukluk zaten varsa, bir ya da birden fazla olumsuz çevre koşulu yan yana geldiğinde bağışıklık sistemini etkileyebilir. Burada dikkat edilmesi gereken en önemli nokta özellikle bir gıdayı tüketmenin bağışıklık sistemini düzelteceği inancı doğru değildir. Bu kural sadece emme çağındaki bebekler için geçerli değildir. Anne sütü, bağışıklık sisteminin sağlam olarak gelişebilmesi için olmazsa olmaz bir noktadır. Eğer genetik olarak belirgin bir bozukluk, immün yetmezlik adı verilen bir durum yok ise sağlıklı bir bağışıklık sistemi için bebekler için anne sütü yeterlidir.
Komşunuzu değil, doktorunuzu dinleyin
Bağışıklık sistemi çok değişkenli, çok sayıda farklı yolağı olan bir sistem olduğu için gerçek gücünün sayısal ölçümü kolay değildir. Bu da pek çok kişinin bu konuda dayanaksız ya da az dayanaklı kurgulamalar yapmasına yol açabilmektedir. Maalesef bu yöntemlerle ticari kazanç da sağlanabilmektedir ve bunların önüne geçilmesi son derece önemlidir. Ancak bilimsel olarak doğru olanı söyleyebilmek için, bir ürünün bağışıklık sistemini güçlendirdiğini iddia edebilmek için seçilmiş ve birbirine sayısal olarak denkleştirilmiş, ürünü kullanan ve kullanmayan insanda yani örnekte denenmesi, denek sayılarının yeterli olması ve bu etkinin iki grupta gerçekten anlamlı düzeyde farklılık yarattığının ispatlanması gerekmektedir. Yoksa bu bilimsel bir söylem değil, ‘komşu’ önerisi olmaktan öteye geçmeyen bir durum olarak tanımlanabilir. Ticari kazanç kapısı olarak da görülebilir. Ayrıca bu tür ürünler ilaç olmadıkları, gıda takviyesi olarak izinlendirildikleri için Sağlık Bakanlığı’nın denetiminde de değildir.
Bağışıklık sisteminde mikrobun hangi yoldan vücuda girdiği çok önemlidir. Mikrobun nereden girdiği bağışıklık sisteminin ona karşı nasıl yanıt vereceğini belirler. Yani, ciltten, kandan, solunum sisteminden girerse mikroplu şok oluşturabilecek kadar bağışıklık sistemini etkileyen bir bakteri, ağızdan alındığında hiç problem yaratmayabilir hatta onlara hoşgörülü bile olabilir. İşte bu tür bakterilerin bağışıklık sistemini etkileyecek bazı kısımlarını toz haline getirip kapsüllere koyup bağışıklık sistemini güçlendiriyor denilirse çok yanlış bir yönlendirme yapılmış olur. Çünkü o bakteri zarı ekstresi yutulduğunda ona hoşgörü kazanılır.
Örneğin yeni doğum yapan kadınlara önerilen, anne sütünü destekleyen tozlar piyasada satışa sunulmaktadır. Bebekler için de bazı ürünler bulunmaktadır. İmmün sistemi güçlendirdiği iddia edilmektedir ancak bunun gerçekliğine, bilimsel yanlarına dikkat edilmesi gerekmektedir.
Bağışıklık sistemini güçlendirdiği iddia edilen ürünler kimi zaman süregiden bir hastalığın tedavisi sırasında çok kötü sonuçlara sebep olabilir. Mesela böbrek hastası bir kişi, komşusuna iyi gelen bir otu içip, böbreğinin üstüne bir de karaciğerinin bozulmasına yol açabilir ve böbrek naklinin yapılamamasına yol açabilir. Hekimler de tabi ki bitkilerin hastalıklar üzerinde olan etkileri ile ilgili yapılan araştırmaları takip etmektedir. Ancak mucize diye tanıtılsa bile, asla doktora danışılmadan kullanılmamalıdır. Tam aksine burada mucize sözü daha da dikkatle sorgulanmalıdır.
Mesela belli kanser türlerinde yeşil çayın kesinlikle tüketilmemesi gerektiği kanıtlanmış bir gerçektir. Bu tip ürünler bazılarına çok iyi gelirken, bazılarında hücrelerin bölünmesini artıracak yönde etki ettiği söylenmektedir. Bu tip bilgilerin doğruluklarını bilimsel olarak da takip etmek gerekir. Bu ürünlerin denetlenmelerinin dışında, fayda sağlamıyorsa bile en azından zarar da vermemesi önemlidir
Koronavirüse karşı bağışıklık sistemini güçlendiren faktörler nelerdir?
Dünyanın dört bir yanından pek çok kişi koronavirüsten korunmak amacıyla kişisel tedbirler almaya özen gösteriyor, maske kullanıyor, kalabalık ortamlara girmekten kaçınarak sosyal mesafeyi uyguluyor, kişisel temizliğine önem veriyor.
Diyabet , hipertansiyon , kardiyovasküler hastalık ve solunum sorunları gibi önceden var olan belirli hastalıklarda bulunan bireyler , Covid 19 komplikasyonlarına yakalanma riski daha yüksektir, ayrıca yaşlandıkça bağışıklık sistemi zayıflar. Tüm bunların ışığında Covid-19 salgınından korunmak için bağışıklık sistemini de güçlendirmek diğer tüm önlemler gibi önem taşıyor. Vücut direncimizi artırmak sağlıklı yaşam gayesiyle bağışıklık sistemini güçlendirmek için besleyici yiyecekler tüketerek sağlıklı yaşam tarzı seçimleri yapmak, yeterince uyumak ve egzersiz yapmak önerilir.
Her insanın havaya, suya, güneşe, uykuya, her türlü, dengeli olarak alınan besine ihtiyacı vardır ve stresten uzak durmak önemlidir. Bağışıklık sistemi için en önemli gereksinim oksijendir. Hipoksi (dokularda oksijenin azalması) bütün sistemlerimiz için zararlıdır. Yani şehirde yaşamak immün sistemi bozan bir etkendir. Oksijen konusunda önemli bir örnek de damar sertliği ile ilgilidir. Damar sertliği de bir bağışıklık sistemi hastalığıdır. Damar çeperinde mikropsuz bir iltihaplanma ile başlar. Oksijensiz ortam, kötü yağların hücre içine yanlış bir şekilde girip depolanmasına neden olur. Mümkün olduğu kadar oksijeni bol ortamlarda bulunmak hem mikroplarla karşılaşma sıklığınızı azaltır hem de sağlam bir bağışıklık sisteminiz oluşmasını sağlar. Diğer önemli bir faktör de iyi bir uykudur. Çünkü uyurken serotonin salgılanır ve bu hormon T lenfositleri dediğimiz o özel hücrelerimizden bir grubunun daha iyi yanıt verir hale gelmesini sağlar. Bir yayın hızının iyi gerilmesi ile doğru orantılı olması gibi serotonin de bağışıklık sistemi için öyle bir etki yaratmaktadır, karşılaştığı bir enfeksiyona daha hızlı yanıt veriyor. Güneş ışınları ve D vitamini de sağlıklı ve güçlü bir immün sistem için olmazsa olmazdır. Yani yeterli ve sağlıklı beslenme, oksijenli ve güneşli ortam ve güzel bir uyku… Tüm bunlar bağışıklık sistemini güçlendirmektedir. Egzersiz de bol oksijenli ortamda yapıldığı zaman bağışıklığa iyi gelmektedir.
Koronavirüse karşı bağışıklık sistemini güçlendirmek için özetle aşağıdaki hususlar dikkate alınmalıdır.
- Düzenli ve dengeli beslenin. Özellikle A, B, C, E vitamini, D vitaminleri ve çeşitli mineralleri içeren besinleri almaya özen gösterin.
- D Vitamini, bağışıklık savunmanızın önemli bir parçası olan beyaz kan hücreleri olan monositlerin ve makrofajların patojenle mücadele etkilerini artırır ve iltihaplanmayı azaltır, bu da bağışıklık tepkisini artırmaya yardımcı olur.
- Çinko , bağışıklık hücresi gelişimi ve iletişimi için gereklidir ve iltihaplanma tepkisinde önemli bir rol oynar.
- C vitamini çeşitli bağışıklık hücrelerinin işlevini destekler ve enfeksiyona karşı koruma yeteneklerini artırır.
- Kaliteli ve düzenli uyku uyuyun. Minimum 6-8 saat uyumaya, düzenli saatlerde yatağa girmeye özen gösterin.
- Stres ve kaygıyı olabildiğince en az düzeye çekin.
- Açık havada düzenli egzersiz hem zihinsel hem de fiziksel açıdan daha iyi hissedilmesine neden olabileceği gibi; bağışıklık sistemini de güçlendirecektir.
- Zeytinyağı, kabuklu yemiş, balık ve tohum yağları soğuk sıkım şeklinde kullanılmalıdır.
- Probiyotik desteği ve sindirim sisteminin düzenli çalışması da bağışıklık sisteminde son derece önemlidir. Ev yapımı yoğurt, kefir, ev yapımı sirke, ev yapımı turşu, boza, şalgam suyu probiyotik açısından zengin besin öğeleridir.
- Soğan, sarımsak, pırasa, kereviz, balkabağı gibi besinler bol bol tüketilmelidir.
- Bol su tüketin. Yarısından fazlası su olan vücudun hücrelerinin daha iyi çalışabilmesi ve bağışıklığı kuvvetlendirmek için minimum günde 2-2,5 litre su içilmelidir.
Bağışıklık sistemi ile psikoloji ilişkisi nasıldır?
Bağışıklık sistemi yalnızca hastalıklarla ilgili değildir; yani bu sistemin çökmesinde sadece virüsler değil, duygularımız da büyük önem taşımaktadır. Örneğin; ağır stres altında kalındığında dudakta çıkan uçuk da, aşırı yorgunluk ve uykusuzluğa bağlı olarak görülen solunum yolu hastalıkları da bağışıklık sisteminin zayıflaması nedeniyle ortaya çıkmaktadır. Stres döneminde salgılanan bir takım hormonlar ya da beyindeki sinyal iletimini sağlayan bütün sıvısal maddeler, bağışıklık sistemini de etkilemektedir. Stres durumunda immün sistem alarm halinde olur. Tam ve güçlü yanıt verebilir haldedir. Stres durumundaki davranışlar düşünüldüğünde; normal zamanda kaldıramayacağınız bir durumla karşılaştığınızda çok daha güçlüsünüzdür. Kişinin kendisi bile gücünüze şaşırabilir. Ama stres kaynağı ortadan kalktığı an geçici bir depresyon olabilir. Bağışıklık sistemi de aynı şekilde stres sonrası güçsüzleşir bir sure sonra kendini toparlar. İşte o dönem hastalanma dönemidir. O boşlukta bir mikropla karşılaşırsa enfeksiyon hastalıkları ortaya çıkabilir. Örneğin sınavlarını bitiren birçok öğrenci bu süreçten sonra hastalanabilir hatta zatürre olabilir. Bu durum günlük hayatta görülebilmektedir.
'Bütünlüğümüz çeşitliliğimizden geliyor'
Bir grup hücrenin diğerlerini hiçe sayarak sınırsız büyümesi= Aynılaşma= Kanserleşme
İnsanoğlu kendisinin her zaman en doğru olduğunu zannetme ve herkesin kendisi gibi olmasını isteme eğilimindedir. Ama yaşam bir çeşitliliktir. Her şeyin aynı olması zaten yaşam ile bağdaşmaz. Biyolojik sistemlerde aynılık kanser anlamına gelir. Tüm biyolojik sistemler gibi bağışıklık sistemi de çeşitliliğin ve çeşitliliğin getirdiği karmaşanın düzenidir. Biyolojik yaşam ve bağışıklık sisteminin yaşamı kendi olan ve olmayanın dirsek dirseğe itişmeleri ile olur. Biraz biri haddini aşar, ileri gider. İleri gittiği zaman diğeri biraz iter bazen de taraflar yer değiştirir. Bir tür biyolojik tango da denilebilir. Denge, bir devinimdir. Durağan bir şey değildir. Ama bazı durumlarda, birinden biri haddini aşma kısmında fazla ileri gider ve o ana dengeyi bozmayı başarır ise hızla çoğalarak sistemi aynılaştırmaya çalışırsa kanserleşmiş demektir. Bağışıklık sisteminin bu denge bozukluğunu görmesi, maalesef çoğu durumda iş işten geçtikten sonra olur. Kanserleşen hücreler, bağışıklık sistemini ne kadar başarı ile kandırırlarsa kendilerini bağışık sistemine ne kadar başarı ile öz hücreler olarak tanıtırlarsa o kadar kötü huylu ve yayılmacı olurlar. Vücudumuzda her gün genetiği bozuk, kanser hücreleri oluşur ama bahsedilen konularda başarı gösteremezlerse bağışıklık sistemi hücreleri onları tanır ve yok eder. Ama açıkça da gördüğümüz üzere bağışıklık sistemimiz bu konuda o kadar da başarılı değildir. Bu anlatılan sebeplerle kanser araştırmaları iki koldan yürümektedir. Çünkü iki tarafı olan bir savaş söz konusudur. Birinci konu, nasıl olur da bir hücremiz, tüm kontrol noktalarının üstesinden gelmeyi başararak bir yandan çoğalıp bir yandan bağışıklık sistemine kendini öz hücre olarak gösterir hatta bağışıklık sistemini baskılayacak, hatta onu yok edecek hale gelebilir sorusudur. Maalesef bu sorunun tek bir yanıtı yoktur. Diğer konu da bağışıklık sistemi nasıl olur da bu uyku durumunda kalabilir? Bu soruların yanıtları da uzun yıllar boyunca araştırma yapılmasını gerektirebilir.
Memorial Tıbbi Yayın Kurulu tarafından hazırlanmıştır.
Güncelleme Tarihi : 15 Ekim 2024
Yayınlanma Tarihi: 25 Mart 2020